Osmanlı döneminde şehirlerin belirli noktalarına konulan "sadaka taşları", İslam dininin, insanlar arasındaki yardımlaşmanın, büyük bir incelikle yerine getirilmesini sağlıyordu. 

O zamanlar fakir ve muhtaçlar, sadaka taşında birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak, diğerlerini başkalarına bırakmaya özen gösterirlerdi. 

Sadaka taşlarına para bırakmak ve oradan para almak için genelde akşam ve gece saatleri tercih edilirdi. 

Hem akşam karanlığı hem sadaka taşının yüksekliği para miktarının görülmesini engellerdi. Sadaka taşlarının bir başka özelliği de sadece para yardımı yapılabilecek tarzda inşa edilmiş olmasıydı. 

Kimin neye¸ ne zaman¸ ne kadar ihtiyaç duyacağı¸ her zaman net bir şekilde tespit edilemeyeceğinden dolayı Osmanlı insanı¸ ihtiyaç sahiplerine doğrudan para yardımı yapmayı daha doğru ve yerinde buluyordu.

İşte Harput halkı her yıl zekâtlarını hesap ederek bir kese içerisine koyar, Sara Hatun Camiye gelirlermiş... Camiin içinde ve her iki kapısı arasındaki ara maksurede bulunan pencerenin içerisine bırakıp çıkarlarmış… 

Az zaman içerisinde pencerenin içi bu zekât keseleriyle dolarmış... Bu pencereye de zekât penceresi denilirmiş... Hakikî ihtiyaçları olanlar, bu pencerenin önüne gelir, bir kese alır giderlermiş... Burada dikkat ve hayret edilecek şey, bu keseler dolusu paralar, pencerede günlerce kalır, kimse elini sürmez, tenezzül edip de o tarafa bile bakmazmış... 

Sonra bu keseleri ancak zekâta muhtaç olanlar alırlarmış... Bunlar bir keseden fazla almadıkları gibi keseleri muayene edip hangisinde daha fazla para varsa, onu almak gibi bir bedbahtlıkta da bulunmazlarmış... 

İlk eline gelen keseyi alır, gizlice koynuna koyarak camiden çıkıp gidermiş... ve bunu sadece ihtiyaç sahibi Müslümanlar değil gayrimüslim yoksullar da istifade ediyorlardı.

Asırlardır uygulanan bu hayır geleneği günümüzde kaybolup gitti. Gelenek yok olsa da Harput Sarahatun Camiinin ara maksuresinde bulunan zekat ve sadaka penceresi ilk günkü gibi varlığını hissettiriyor. 

Sara Hatun Cami 

Elazığ’ın Harput Mahdigeresi’nde Sara Hatun Cami XV.yüzyılda Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun tarafından ahşap bir mescit olarak yaptırmıştır. Bazı kaynaklarda ise bu mescidin yapım tarihi tam olarak 1465 yılı gösterilmektedir. Cami Sultan III.Murad döneminde Hacı Mustafa isimli bir kişi tarafından 1585 yılında onarılmıştır. Sultan Abdülmecid döneminde Harput Müftüsü Hacı Ahmet Efendi tarafından 1843 yılında yeni baştan yapılmış ve bugünkü halini almıştır. Bu onarımlar sonucunda yapı, özgün biçimini yitirmiştir. Cami planı kare olup, ibadet mekanının üzeri birbirlerine hafif sivri kemerlerle bağlanmış dört kalın sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe dışında kalan bölümlerin üzeri ise tonozlarla örtülüdür. Caminin önündeki son cemaat yerinin ortasında kubbe, yanlarında da çapraz tonoz örtülüdür. Mihrap beyaz kesme taştandır. Minberi de aynı şekilde beyaz taştan yapılmıştır. Caminin içerisinde ve ana kubbede geometrik ve bitkisel bezemeler görülmektedir. Kesme taş kaide üzerine oturtulan minare iki renkli kesme taştan yapılmıştır. Bu caminin yanında başka yapıların olup olmadığı bilinmemektedir. Günümüze sadece cami ve çeşme gelebilmiştir.  Sara Hatun Cami günümüzde halen ibadethane olarak kullanılmaktadır. 

Cami girişindeki kitabe…
Harput'un tarihî mabedlerinden Sâre Hatun (Sarahatun) Camii ciddi bir tamire ihtiyaç duyulduğu için XIX. asrın ortalarında temelden yıkılarak yeniden yapılmıştır. Bu faaliyete zengininden fakirine, ağasından çiftçisine bütün Harputlular katılmışlardır. Onları böyle bir hayra teşvik eden ise Harput'un önde gelen âlim ve müftülerinden İmâmzâde/ Müftüzâde Hacı Ahmed Efendi olmuştur. Hacı Ahmed Efendi'nin talebesi Hoca Rahmî Efendi ise Harput'un o asırdaki önemli şâirlerinin başında gelmektedir. Rahmî Efendi 1259/1843'te inşaatı tamamlanan bu camiye kaside formunda otuz bir beyitlik bir tarih manzumesi yazmış, manzumenin son dört beyti caminin duvarlarından birine kitâbe olarak hakkedilmiştir. Rahmî Efendi'nin divânının ne eski ne de yeni harfli neşirlerinde bulunan bu kaside Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kütüphanesi'ne bağışlanan Harputlu Efendigil Koleksiyonu'ndaki yazma nüshasında yer almaktadır. Bu yazma Hacı Ahmed Efendi'nin torunu Hacı Abdülhamid Hamdî Efendi'nin oğlu olan Ma‛mûretü'l-azîz müftüsü Mehmed Kemâleddin Efendi tarafından istinsâh edilmiştir. Kemâleddin Efendi ayrıca dostu İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın ricâsı üzerine bir mektubun-da Rahmî Efendi'yle ilgili bazı anekdotlar da aktarmıştır. Rahmî Efendi'nin döne-min devlet erkânı ile münâsebetine, nâzik, zarif, nüktedân kimliği ve şâirlik kudre-tine ışık tutan bu bilgiler söz konusu kasideyle birlikte ilk defa bu makalede ele alınmıştır. Bu makalede ayrıca Rahmî Efendi'nin vefât tarihine ve divânının terti-bine dair yeni tespitlere de yer verilmiştir.